4 Eylül 2009 Cuma

FİLM NOTLARI - 4

CAPE FEAR (1991)

Yine bir Martin Scorsese filmi... Ama bu sefer gangster değil, gerilim. Robert De Niro bir psikopatı canlandırıyor. Evet rol yapmıyor, resmen yaşıyor. Filmin hikayesi de iyi sayılabilecek düzeyde. Görsel anlamda çok bir şey vaad etmese de, hatırı sayılır bir film olduğu kesin.

CASİNO (1995)

Martin Scorsese'nin tarzını Goodfellas'tan sonra en iyi yansıtan filmi. Her zaman olduğu gibi başrolde yine Robert De Niro ve Joe Pesci var, extra olarak de çıtır Sharen Stone. (1995'ten bahsediyorum, günümüzden değil) Ancak film sinematografi olarak hikaye kurgusunun bir adım önünde. Kamera açıları, hareketleri, ışıklar ve tabi ki kalabalık ve zor prodüksiyon. Zaten büyük yönetmenlerin büyüklükleri de kalabalık ve çetrefelli prodüksiyonların altından kalkabilmesinden gelmektedir.

Örneğin, Ridley Scott'un Black Hawk Down filminde yakın planda 2 asker konuşurken arkada bir ordu sevkiyatı yaşanması... Coppola'nın The Godfather Part II filminde Robert De Niro'nun omzunda sepetle pazara girdiği sahne... Yine Coppola'nın Apocalyps Now'daki Napalm sahnesi... Spielbergin Saving Private Ryan'daki açılış sekansı... Bunlar hep büyük yönetmenlerin işleridir.

İşte Scorsese de Casino'da bu işi en orta kalitesinde icra ediyor. Film 3 saat ama, izlerken sıkıldım diyen biri varsa burada hesaplaşmaya hazırım... :)

USUAL SUSPECTS (1995)

Fiuuvvv.... Waaooowww... Ben ömrümde böyle final görmedim... İMDB Top 250 'de ne aradığını son 5 dk'ya kadar anlamadım. Ama film bittiğinde olduğu yerden daha iyisini hakettiğine inandım.

ANGELS & DEMONS

Kitabını daha önce okumuştum. Filmi ilk anons edildiğinde de merakla beklenenler listesine almıştım. Özellikle senaryosunu David Koepp'in yazdığını ve yönetmenliğini Ron Howard'ın yaptığını duyunca merakım artmıştı. Nitekim bu merakıma da değdi diyebilirim. Sinemasal anlamda güzel ve heyecanlı bir 2 saat... Kitaba nispeten bağlı kalınmış ama, bu uyarlama olaylarında insanların yanlış bir bakış açısı var.

"Film, kitaba bağlı kalmamış, o yüzden güzel değil"

Böyle bir şey olabilir mi ya? Zaten roman ve sinema her ne kadar iç içe gibi görünselerde teknik anlamada faklı kulvardadırlar ve çalışma alanları tamamen birbirine uzaktır. Bu filmi çekenler kitabın aynısını çekmiyorlar ki, kitaptan uyarlama bir senaryoyu çekiyorlar. Uyarlama senaryolar senaryo hocalarına göre 4 kısımdır:

1-Kitap, tamamen senaryo yazım tekniklerine ve sinematografiye uygundur. Hiç bir yeri değiştirilmeden, dramatik yapıya dokunmadan senaryolaştırılıp filme çekilir.

2-Kitap, sinematografiyle edebiyat arasında bir yerdedir. Dramatik yapıda bazı oynamalar yaparak hikaye, senaryo yazım tekniklerine elverişli hale getirilir. Angels & Demons da bu şekildedir.

3- Kitap, sinematografiye uygun değildir, o yüzden sadece içindeki karakterler alınarak, farklı bir hikaye yazılır ve uyarlanır.

4- Hem karakterlerde hem de hikayede büyük oynamalar yaparak uyarlama yapılır. Burada karakterlerin isimleri farklıdır, olaylar kitaptaki gibi ilerler. Bu genelde pek kullanılmaz...

O yüzden uyarlama senaryoları ezbere ve aşırı öznel bir şekilde değerlendirmek yanlıştır. Yukarıdaki maddelere dikkat edilmesinde faydalar mülahaza edilmektedir.

30 Ağustos 2009 Pazar

FİLM NOTLARI - 3

THE BOY İN THE STRİPPED PYJAMAS (2008)

John Boyne'nin romanından uyarlanmış enfes bir film. Schindler's List'i izlemek henüz nasip olmadı ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, şu ana kadar izlediğim en güzel "Yahudi Soykırımı" filmi. Masmavi gözlü bir çocuğun gözünden, aynı konulu diğer filmler gibi hiç bir şekilde "duygu sömürüsüne" mahal vermeden o dönemi yansıtmayı başarmış. Çocuklar süper rol yapıyor, Eva Farmiga ise sadece olağanüstü güzellikteki gözleriyle oynuyor, müzikler süper, hikaye süper, final çok süper... Tavsiye edilebilitesi yüksek... İzleyin kesin...

12 MONKEYS (1995)

En iyi zaman yolculuğu filmleri kategorisinde ilk 10'a girmeyi başarmış güzel bir film. Artık bu tarz filmlerin hikaye tarzlarıyla çok ilgilenmiyorum. Çünkü onlar hikayelerinden ziyade yansıttığı başka şeyler itibariyle bulundukları yeri haketmişler. Ama bu filmin eli düzgün bir hikayesi hali hazırda mevcut. Güzel...

RAGİNG BULL (1980)

Total Film dergisinin yayınladığı gayri resmi listeye göre Martin Scorsese dünyanın en iyi ikinci yönetmeni. Birincisi kim mi? Tabi ki Alfred Hitchock... Ve ben Martin Scorsese'nin bulunduğu yeri fazlasıyla hakettiği gerçeğine bu filmle şahit oldum resmen. Baş yapıt... Araştırın ve bulup izleyin. Yazacak bir şey bulamıyorum zira... Elim ayağım birbirine dolaşıyor.

DR. SRANGELOVE ..... (1964)

Stanley Kubrick'e selam çakmadan olmaz. Soğuk Savaş ve daha bir çok politik sorunsala kara mizah cenahından yaklaşarak çektiği bu film onun en iyi eseri olarak nitelenir. Bugün çekilse o kadar anlam ifade etmeyebilir ama, soğuk savaşın en cafcaflı döneminde böylesine cesur söylemler taşıyan bir film çekmek yürek ve bilek ister. Ayrıca IMDB tarafından en iyi komedi filmi seçilmiştir. Kubrick abi bu. Adam aksiyon, savaş, bomba, psikopatlık, mizah karışımı bir film çekiyor ama film mezkur mertebeye layık görülüyor. Zaten böyle olmasaydı Kubrick, Kubrick olamazdı vesselam... Hemen izlenmeli, saklanmalı, üzerine sayfalarca yazı yazılmalı...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

FİLM NOTLARI - 2

SHAWSHANK REDEMPTİON (1994)

Aslında filmle ilgili çok fazla bir şey söylemye gerek yok. Zaten istatistiklerdeki konumu onu yeterince betimliyor. Stephen King'in romanından uyarlama bir filmdir kendisi. Özellikle esarete, cesarete, dostluğa, kararlılığa yaptığı göndermelerle belki de edebi bir metin niteliğinde. Morgan Freeman manyak bir adam. Bu kadar güzel çaresiz insan rolünün altından başka kimse kalkamaz.



PHİLADELPHİA (1993)

Tom Hanks'e, en iyi actor oscarını kazandıran film. Denzel Washington ile birlikte döktüre döktüre bi hal oluyorlar. Özellikle Tom Hanks'in AIDS'li rolünü başarıyla itmam etmesi de Academy üylerinin dikkatini çekmiş. Zaten, zorlu süreçleri olan hastalıkları en iyi yansıtan oyuncular genelde Oscar'a layık görülüyorlar. (Rain Man'daki Dustin Hoffman'ın otistik rolünü hatırlayın)

Film için çok fazla bir şey denmez aslında. Gay'leri dışlamayın, onlar da bizim evladımız mesajını veriyor o kadar. Başka da bi şey yok.

ANNİE HALL (1977)

Woody Allen'e Oscar kazandıran film. Deane Keaton ile beraber oynuyorlar başrolde. Woody Allen'in Osman Sınav'a benzediği zamanlar. Ama ben filmden sonra şuna kanaat getirdim: Woody Allen tam bir manyak. Film boyunca aralıksız konuşuyor. Neden Oscar aldığını henüz çözemesem de eğlenceli bi film... Enteresan...

VANTAGE POİNT (2008)

Güzel, hoş ama her zaman ki gibi klasik aksiyon filmlerinden değil. Özellikle hikayesini anlatma tarzı güzel. Farklı bir şey denenmiş. Ama o sondaki ambulans sahnesinde yarıldım gülmekten.

GOODFELLAS (1990)

Gelelim Martin Scorsese'e... Bu adamın filmleri çok eğlenceli geliyor bana. Kendisi de Francis Ford Coppola gibi İtalyan asıllı olduğu için midir nedir, onun da objektifi hep Gangster dünyasında. Genelde yaptığı filmler piyasa filmi niteliğinde olsa da, içinde her zaman insani değerlere ilişkin bir sorgulama mekanizması çarkı dönüyor.

Goodfellas ise hikayesiyle, oyunculuğuyla sinema tarihine adını çoktan yazdırmış. Ben çok beğendim. Suç dünyasına ilişkin bir güzelleme... :)

THE DEPARTED (2006)

40 yıl sonra Martin Scorsese'e Oscar kazandıran film. 40 yıl sonra dediğim, Scorsese 40 yıl önce Oscar almadı. 40 yıldır Oscarlık filmler yapmasına rağmen bir türlü alamadı. İşlediği konular yüzünden Academy üyelerinin hep ters baktığı bir isim oldu. Ama şeytanın bacağını da kırdı en sonunda. Özellikle oyuncu kadrosu süperdir filmin. Ama The Departed eski başyapıtları kadar başarılı olmamasına rağmen Oscar almıştır ki, bu da Scorsese'nin talihi, ya da talihsizliği olsa gerek.

TAXİ DRİVER (1976)

Ben hiç birşey demiyorum. Araştırın, izleyin...

Scorsese'nin kendini aleme tanıttığı film. Robert De Niro... "Are you talking to me?" Çok yüzeyse ve basit görnmesine karşın içinde barındırdığı yüzbin tane anlamı sahnelerin içine, hatta oyuncuların gözlerine yedirmiş Scorsese... Helal olsun... Valla helal olsun. Ha bu arada, film, Cannes'te Altın Palmiye de almıştır. Hatta Amerika'da olay olmuştur. İnsanlar kahraman Travis Bickle gibi yeşil mont giyip, gangster avlamaya başlamışlar ve Scorsese'e bu yüzden dava açılmış... Demek ki böyle şeyler sadece biz de yaşanmıyormuş...

25 Ağustos 2009 Salı

FİLM iZLEME REHBERİ

Biz, genç ve hevesli sinemacı adayları için film izlemek olağan işlerden biridir. Ama bu olağanlık, ciddiyetsizlik ve düzensizlik manasını ihtiva etmemektedir. Film izlemek her yönüyle çok büyük ciddiyet gerektiren bir iştir. Aksi takdirde boşa geçen 2 saatin hesabını vermek zorunda kalabilirsiniz. Kime mi?

Tabi ki kendinize...

***

Bu yazıda film izlemenin adab-ı muaşereti, bir yol haritası olduğunu anlatmaya çalışacağım acizane, nacizane... Kem göze değil, istifade etmek isteyene... (kahve falı gibi oldu lan!)

***

Şimdi efendim... Malumunuz Türkiye'de orta kuşaktaki insanların hemen hemen hepsi az da olsa film izliyor. Yani Türkiye'de en yüksek gişe rakamlarına da baktığımızda 4,5 milyon gibi bir rakama ulaşıyoruz ki bu sadece sinemaya gidenlerin sayısı. Bir de bunun DVD, VCD, TV, KORSAN gibi çeşitli teknolojik mevyeler sayesinde izleyenleri de var. Onları da hesba kattığımızda Türkiye'de film izleyen mutlu azınlığın sayısına ulaşabiliyoruz.

Şimdi burada biraz bencillik yapmamız lazım...

Bizler sinemacı adayları olarak bu rakamların neresinde yer alıyoruz?

Bu sorunun cevabı normal şartlar altında "Hiç bir yerinde" olması gerekir.

Neden?

Devam edelim...

***

Bir insan neden film izler?

Çok basit... Güzel vakit geçirmek için...

Peki bir sinemacı insan neden film izler?

Güzel vakit + sinema tecrübesi...

Demek ki bizlerin sinemaya bakışı daha farklı olması gerekir... Peki bu farklılığı nasıl yakalayacağız?

Devam edelim...

***

1-) Film seçiminde dikatli olmak en önemli koşuldur. Herhangi bir Divx sitesine girip, yeniler kısmının ilk sırasındaki filmleri indirip izlemek sinemacıya yakışmak... Film seçimi 4 kategoriye ayrılır:

a-) Oyuncusuna Göre Seçim: Ciddi manada film izlemeye yeni başlayanların tercih edeceği yoldur. Zira bu insanların sinemacılar hakkında çok fazla malumatı olmadığı için, görünen yüzleri, yani oyuncuları takip ederler ki ilk başta olması gereken de budur. Mesela, Denzel Washington'un filmleri, Will Smith filmleri, Clive Owen filmleri gibi...

b-) Yönetmenine Göre Seçim: Ciddi manada film izlemek isteyen insanların ikinci kademesini teşekkül eder. Bu insanlar artık oyuncuya göre değil, yönetmeninine göre film takip eder olmuşlardır. Yönetmenin tarzı, çekim teknikleri, kullandığı sinema dili, görselliği gibi konuları merak ederek işe koyulurlar ve bunlar hakkında yorum yaparak yönetmen hakkında kendi çaplarında bir kanıya varmaya çalışırlar. Coppola Sineması, Scorsese Sineması, Antonioni Sineması gibi...

c-) Senaristine Göre Seçim: Bu kategori pek az rastlansa da "Yönetmene Göre Seçim" kısmının biraz üstündedir. Çünkü genelde yönetmenler kendi yazdıkları senaryoları filme çekerler. Ama bunun yanında William Monahan, David Koep, Terry Rossio, Charlie Kaufmann gibi salt senaristlik yapan abiler de mevcuttur. İşte bu evredeki insanlar da bu abilerin filmlerini takip ederler.

d-) Sinema Diline Göre Seçim: Bu kısımda yer alan insanlar, Kohlberg'in Ahlak Gelişim Kuramı'ndaki "Evrensel Ahlak" kısmında yer alan insanlar gibidirler. Yani aşmışdırlar ve sinema izleyiciliğinin son noktasını temsil ederler. Film tercihlerini "İtalyan Gerçekçiliği, Rus Devrim Sineması, Fransız Sineması, İran Sineması, Kuzey Doğu Avrupa Sineması" gibi kategorilere ayırarak izlerler ve yukarıda saydığımız üç maddeye de vakıftırlar. Zaten ilk 3'ü aşmadan 4'e ulaşmak na-mümkündür.

2-) Film izlemek zaman, emek ve yüksek miktarda Konsantrasyon ister. O yüzden sıkışık zamanlarda film izlemeye çalışmayın.

3-) İzlediğiniz filmleri tekrar tekrar izlemekten sıkılmayın. Bu bir zorunluluktur. Zira Martin Scorsese, "Ben bugün bir Taxi Driver çekebildiysem, bunu sevdiğim filmleri tekrar tekrar izlemeye borçluyum" der.

4-) İlk izlediğiniz de olmasa bile, (aslında olması gerekir) ikinci izleyişinizde yanınızda mutlaka kağıt kalem bulundurun. Siz bir sanatçısınız ve sizi cezbeden yerleri,noktaları, görüşlerinizi, özgürce yazma hakkına sahipsiniz. En nihayetinde VİVA LA LİBERTAD!!

5-) Yeni çıkanları da kaçırmamak ve ihmal etmemek şartıyla daha çok eski filmleri izlemeye çalışın. Çünkü arık gelişen teknolojiyle birlikte daha insani filmler az yapılır olmaya başladı. Bunda Holivud'un kapitalist zihniyetinin de çok büyük payı var. Ama en büyük suç izleyicide.

6-) İzlediğiniz filmleri bir liste halinde düzenleyin ve vizyon tarihine, yönetmenine, senaristine, oyuncusuna dikkat edin. Arada bir bu listeyi alıp okumak, incelemek zihninizi açacaktır. Böylece işe daha fazla vakıf olursunuz...

7-) http://www.imdb.com/ gibi bir nimeti kesinlikle göz ardı etmeyin. Buradan her türlü sinemacıyı takip etmek çok kolay... Eski filmleri, gelecek filmleri vs...

8-) En önemlisi ise sinemaya gitmek... Hocam GEZGİN'e göre, sinemada film izlemek çok kutsal bir iştir. Ciddiyet ister. Cebinde parası olan sinemacı adayı vakit buldukça, parası olmayan sinemacı adayı ise cebinde parası oldukça sinemaya gitmelidir.

9-) Sinemaya gitmekten de daha önemlisi... Yazmak... Evet yazmak.... İzlediğiniz her filmin sonunda bir cümle de olsa yazın... Örnek: "Bu ne lan? Böyle film mi olur?"

Diyebilirsiniz ki bunu yazmanın ne faydası var? Şöyle ki, siz bu kısa cümleyi yazmakla aslında çok şey ifade ettiniz. Bu kısa cümle sizin zihninizdeki uzun cümlelerin kolaya kaçılmış dışa vurumu. Ve aslında yazmaktan kasıt düşünmek, fikir yürütmekse her şey yolundadır. Bu kısa cümle size çok şey kazandırmıştır.

Tıpkı Gezgin hocamın dediği gibi...

"Less is more" (Az aslında daha çoktur)

SAYGILAR...

ÇEVİRİ SORUNU

Bugünlerde elimde Ernst Hemigway'in ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR isimli eseri var. Yazarın en tanınmış kitaplarından biridir. Ta ki ona nobel ödülü kazandıracak kadar.

Geçenlerde bir yayınevi (ismi lazım değil) Hemingway'in bütün eserlerinin yayın hakkını satın aldı. Türkiye bu yayınevinden başka bir yayınevinin Hemingway'in eserlerini basması, yayınlaması yasak. Yani bir tekel söz konusu... Ama işte bu tekelcilik iyi bir şey değil.

Özellikle de yeteneksiz bir çevirmene sahipseniz.

Kitabın ilk 200 sayfasında 34 tane cümle kurma hatası, özne yüklem uyumsuzluğu hatası, yüklem sıralama hatası gibi bir sürü hataya rastladım. Hepsini de tek tek not aldım ve saydım. (yayınevine mail atacağım) Üstelik bunlar o kadar aleni ki, bunları fark edebilmek için herhangi bir eğitime gerek yok. Lise mezunu biri bile çok rahat deşifre edebilir bu ilkokul mezununun bile yapmayacağı zottirikten hataları...

Anlamadığım nokta şu:

Bu X yayıncılık, madem Hemingway gibi kolay yutulmaz bir lokmayı ağzına atmaya çalışıyor, o zaman neden ağzında hala takma diş var? Baş yapıtın altına girmek sadece kitapların altında senin yayınevinin amblemi olması demek değil ki. Hem kapitalist geçiniceksin, hem de pazarlama stratejisinden haberin yokmuş gibi davranıp yeteneksiz çevirmenlerle başyapıt çevirmeye çalışacaksın.Bu işte bir terslik var.

Daha ağzının içindeki dili çeviremeyen adama başyapıt çevirtmeye kalkarsanız, o da "Uygulamalı Örnekli Dilbilgisi Yanlışları Fasikülü" hazırlar, siz Hemingway satıyoruz diye böbürlenir, okuyan insanlar da baş yapıt okuyoruz diye gökyüzüne her şey dahil seyahata çıkar. Olan da dikkatli ve sağlam okuma yapmak isteyen biz zavallılara olur.

Bıktım artık ya... Valla bıktım...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

SİZ, SİZ OLUN...

Evet...

Siz, siz olun asla severek ayrılmayın... Allah kimsenin başına vermesin...

Ne alaka diyebilirsiniz... Cevap çok basit: Kel alaka...

Çünkü bu cümleyi birilerine söylemesem çıldıracaktım. Ben de söyledim ve rahatladım...

Şimdi rahat rahat uyuyabilirim...

O nasıl olacaksa artık? (!)

1 Temmuz 2009 Çarşamba

WARNİNG !!!

Blogumu ziyaret edenler dikkat... (Kim ziyaret ediyor çok merak ediyorum. Var mı acaba?)

Sitede yer alan yazılar, sadece ilk sayfada çıkan yazılardan ibaret değildir. Yan taraftaki tarihlerden de başka yazılara ulaşabilirsiniz...

Hatırlatayım dedim...

KAPESESE

KPSS'ye girdim...

Hüsran-ül Ala Hüsran...

Çok acıklı bir gündü. Sadece kendi açımdan değil. Eğitim sistemi açısından. Şaşkın gözler, yorgun bedenler, umutsuz yürekler... Üç çocuğuyla gelenler, eşini kapıda bırakıp sınava girenler, yeni mezun olmuş öğrencilerle aynı sıraya oturup, küçük yuvarlakları karalayarak kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar.

Yazık...

Yaklaşık 350 - 400 bin kişi o gün Türk Milli Eğitim Sisteminin, koca koca çarklarının ince ve keskin dişlileri arasına sıkışmıştı. Sınavın sonunda ise sadece kan ve gözyaşı vardı. İnternette dolaşan bir videoda gördüğüm bir pankart:

Küçük bir çocuk elinde bir karton tutuyor ve kartonda aynen şu şekilde yazıyor:

"Merak etme anne, birlikte atanırız."

Ülkemize bu ayıp yeter de artar bile...

Bundan sonra ise NO COMMENT...

FİLM NOTLARI - 1

HARSH TİMES (2005)

Christian Bale, süpppeeerrr bir oyuncu mu yoksa bana mı öyle geliyor? Yok yok, bence herkes benle aynı fikirde. En azından ben öyle düşünüyorum. Yardımcı oyuncu rolündeki Freddy Rodriguez ise bambaşka bir alem.

Ama filmin, hikayesel anlamda pek bir bütünlük arz ettiği söylenemez. Daha derli toplu olabilirmiş gibi geldi. Dış motivasyon, perdeli yapı, dönüm noktaları vs. daha sağlam planlasa imiş pek bir tatlı olacak imiş.

Neticede film, savaşın bıraktığı kötü etki, Amerikan Rüyasının çöküşü ve varoşlardaki Amerika gibi konuları işlemiş. Bildiğimiz şeylerin tekrarı niteliğinde.

STREET KİNGS (2008)

Keanu Revees'ın başrolde oynadığı güzel bir film. Hikayesel bazda umut veriyor. Gerisi de zaten Keanu Revees'in oyunculuğu ve güzel sahneler. Tek kusuru her zaman yapılan şeyi yapması. Kahramanın her zaman yanında olan elemanın filmin sonunda asıl kötü adam olması. İzlediğim bir yığın macera filminde mevcut. Genel itibariyle iyi... İzlenebilitesi yüksek...

BATTLE FOR HADİTHA (2007)

Irak savaşını obejektif bir şekilde özetleme çabası içindeki film. Hem Amerika'ya hem de Iraklı direnişçilere, El-Kaide'ye giydiriyor. Irak'ta olanları anlamak için temel bilgiler içeriyor. Ben zevk aldım izlerken. Biraz belgesel gibi ama olsun. Neticede filmin amacı sanatsal bir metin değil, didaktik bir metin sunabilmek. Bunu da gayet güzel başarmış. Helal olsun.

APOCALYPSE NOW (1979)

Francis Ford Coppola'nın başyapıtlarından biri. Özellikle açılış sekansı ile kült olmaya aday. Bununla ilgili ayrıntılı biri yazı gelecek : COPPOLA SİNEMASI... Şu anda diğer Coppola filmlerini izlemekle meşgulüm. Orada ayrıntısıyla filme değineceğim.

MAX PAYNE (2008)

Klasik bir aksiyon filmi. Oyununu oynamıştım. Oyuna benzetmeye çalışmaları güzel. Çok fazla bir derinlik yok hikayesinde. Ama hoş bir 90 dakika geçirmek isteyenler için tavsiye edilebilir.


27 Haziran 2009 Cumartesi

İNTİHAL MEVZUSU

Bu intihal mevzusu hakikaten canımı sıkmaya başladı. İnsanın zihninde günler, aylar boyunca oluşturmaya çalıştığı, binbir güçlükle vücuda getirdiği, ete kemiğe büründürdüğü bir karakterin senden habersiz televizyonlarda cirit atması insanın kanını vakumla çeken bir hadise.

Aşağıda "AYNADAKİ DÜŞMAN" yazısında bir dizi projemin nasıl heba olduğuna dair bir olay var.

Fransız Atasözü: "Felaketler ard arda gelir"

Heba olan projemde yer alan bir karakteri de başka bir dizide gördüm bu sefer. Üst üste, aynı hafta içinde. Kim mi?

Kurtlar Vadisi Pusu'daki Cevat karakteri....

Beraber çalıştığım arkadaşımla birlikte, geçen sene Şubat ayında bir karakter oluşturmuştuk.

İsmi de Aydın Ali Özkavcı... (Soyadına Dikkat)

Bu adam, ermeni asıllı bir iş adamıydı ve Türkiye'de kibrit sanayinin tepesindeki bir adam olmasını istediğimiz için, ona Özkavcı soyadını vermiştik. Çünkü dedelerinin kibritçi olduğunu, soyadının kaynağının bu olmasını istiyorduk.

Ve Aydın Ali Özkavcı, elinde sürekli kibrtile dolaşan, sinirlendiği vakitlerde sürekli kibrit çakıp söndüren, kızdığı adamları ise yakarak öldüren bir adam olacaktı. Ve dizimizin ilk 13 bölümünde hikaye kurma amaçlı, baş karakteri uğraştıracak başını belaya sokacak bir karakterdi. Ancak 13. bölümde çalıştığı sisteme kızıp, baş karakterimize yardım etmek isterken son anda sistem tarafından öldürülecekti. Böylece, bu trajik ölüm sayesinde insanlar tarafından dizi sonuna kadar hatırlanacaktı.

Ama olmadı...

Cevat karakterinin nasıl olduğunu hepiniz biliyorsunuz...

Çalıntı olup olmadığını araştırmadık bile. Çünkü Pana Film'in böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyorum. Zaten çalınması mümkün değil. Çünkü Aydın Ali Özkavcı karakteri, geçen Şubat ayından beri, bilgisayarımın en mahrem köşesinde bir Word dosyası halinde duruyor. Hiç bir yere göndermedim, hiç bir yerde yayınlamadım, hiç kimseye söylemedim.

Peki nasıl olur da iki insan aynı şeyi düşünebilir?

Çok basit... Hocam GEZGİN ile bu konuyu konuştuğumuzda bana şunları söyledi.

"Aynı ülkede yaşamanın, aynı gazeteleri, kitapları okumanın, aynı filmleri seyretmenin kaçınılmaz sonuçları bunlar. O yüzden bazen insanların başına böyle şeyler gelebiliyor"

O yüzden çok fazla takmamaya çalışıyorum. Sizin de başınıza böyle şeyler gelirse siz de fazla üzerinde durmayın. Yukarıda da bahsettiğim gibi ömür törpüsü bir hadise. Yemeden içmeden kesilirsiniz, karışmam sonra.

24 Mayıs 2009 Pazar

:(

Ben ömrümde böyle bir şey görmedim...

Az önce arkadaşıma projemden bahsettim ve o da bana TRT'de yayınlanan Aynadaki Düşman dizisini izlememi söyledi.

İzlemez olaydım...

Kafamda oluşturduğum projeden en az 6-7 sahneye şahit oldum...

Şu an çok kötü bir durumdayım...

Ne yapacağımı bilemiyorum...

Daha önce kimseye anlatmadığım fikirlerim dizi konusu olmuş, sahne olmuş yayınlanmaya bile başlamış. Üstelik üzerinden 5 bölüm geçmiş...

Biri bana yardım etsin...

KOMPLO - HİKAYE ANLATMA TARZI

Bunun da belirlenmesi şart....

Bir hikaye anlatıyorsanız, bunun bir tarzı olması gerekir. Bunun için bu sitede yer alan "Hikaye Anlatma Tarzı" ile ilgili yazıları okuyunuz...

KOMPLO'nun tarzı kesinlikle doğrusal olmayacak. Yani kronolojik olarak 1.bölümde başlayan olaylar zinciri X. bölümde son bulmayacak. Çünkü ne demiştik? Bu dizinin türü GİZEM...

GiZEM olan yerde, kronolik zincirin ne işi var?

Merak unsurunun zirvede tutulması için, değişik şeyler denemek gerekiyor.

Mesela?

1-) Dizi bol miktarda flashback içeriyor olacak. Çünkü ben kurulan bir komplonun açığa çıkmasını hedefliyorum. Yani, dizi başladığında komplo neredeyse yarılanmış olacak. İzleyiciler karakterle beraber komployu çözmek için çalışacaklar. (bkz. The Bourne İdenty) Bunun için de flashback kullanımı kaçınılmaz.

2-) Türk dizilerinden yalnızca Kurtlar Vadisi'nin 4. sezonunda gördüğüm flashforward kullanımına da yer vereceğim. Gizem unsuru yaratmak ve izleyicinin kafasını karıştırmak için et etkili yoldur. İzleyici olayın sonunu görmeli ki, başını merak etsin. Başını görüp sonunu meraktan daha etkilidir.

3-) Hikaye en başından sonuna kadar planlanacağı için, izleyiciye ilerisi için küçük yemler atacağım. İlk sezonda kısacık bir sahnede görülen küçücük bir şey, daha sonraki sezonlarda kilit nokta haline gelecek. O noktayı yakalayabilen izleyiciler ilerisi için tahminde bulanabilecekler.

4-) Eğer bir adam ölecekse, önce başına gelen olayları, sonra ölümü gösterilmeyecek. Önce adamı ölü olarak göreceğiz, sonra nasıl öldüğünü öğreneceğiz. Çünkü GİZEM anahtar kelimemiz...

İnsanlar ölü bir adamı gördüklerinde şaşıracaklar. Ve sorular belirecek? "Bu adam niye öldü? Kim öldürdü? Nasıl öldü?" Alın size gizem. Böylece izleyici motivasyonu üst düzeyde tutulmuş olacak. Bölümün başında gördükleri olayın nasıl gerçekleştiğini öğrenmek için bölümü sonuna kadar 4 gözle takip edebilecekler. Sonucunda da "haaaa, demek böyleymiş" diye bir rahatlama duygusunu hissedecekler. İşte benim istediğim şey de bu. Bu teknik, hem sahne bazında, hem de olay örgüsü bazında hikayeye yedirilecek.

5-) Hikaye MYSTERY kanuna göre parça parça açılacak. Bunu yapmamın sebebi insan zihninin "closer" (tamamlama) özelliği. Yani insan parçadan bütüne ulaşmak için güdülenmek mecburiyetindedir. Geldiğimiz nokta yine aynı : İzleyici motivasyonu...

Büyük resim, bir başından bir kıçından bir ortasından açılarak tamamlanacak. En başta da dediğim gibi klasik tarzda bir kronolojik zincir söz konusu değil. Açılan her parça diğer parçayla ilişkli olamayacak. X. parça Z. parçayla birleşebilecek.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.... Devamı KOMPLO - HİKAYE ANLATMA TARZI /2 kodlu yazıda gelecektir.

Size bir sır vermek istiyorum. Bu tarzların hiçbiri, Türkiye'de denenmedi. Eğer bunların hepsini başarabilirsem çok farklı bir tat yakalayacağıma inanıyorum.

KOMPLO - YÖNTEM / TEKNİK

Yöntem ve teknik olmak zorunda...

1-) Önce Robert McKee'nin klasik hikaye cümlesine oturacak bir cümlenin bulunması

2-) Ardından bu cümleyi karşılayacak bir hikaye yazımı

3-) Hikaye yazımıyla eşgüdümlü karakter çalışmaları

4-) Yazılan hikayenin, hikaye anlatma tarzına göre şekillendirilmesi

5-) Hikayenin, sezonlara, 13'er bölümlük parçalara ve bölümlere dağıtımı

6-) İlk 13 bölümün, bölüm finallerinin belirlenmesi ve sinopsislerinin yazımı

7-) İlk 5 bölümün tretmanın çıkarılması

6-) İlk 3 bölümün senaryosunun yazımı

Çalışma takvimi ve programı aynen bu şekilde.

Ama işte burada Yaratıcılık dediğimiz spontane hadise devreye girmek zorunda...

Her bir aşamanın gerçekleşmesi için karma-karışık küçük notlar alınarak gerçekleşmesi

(Bunun için Hocam Gezgin'in sanarist.blogspot.com adresindeki "Senaryo Yazma Süreci - Örnek" yazısını okumanızı şiddddetle tavsiye ederim)

Yani, hikaye yazılırken aklıma gelen en ufak detayları bile notlar şeklinde buraya yazacağım ve bunlar birbirinden bağımsız olacaklar. Onu da düşündüm...

Hikaye notları için KOMLO - HİKAYE
Bölüm içi küçük olaylar için KOMPLO - AYRINTILAR
Karakter notları için KOMPLO - KARAKTER
Diyaloglar için KOMPLO - DİYALOG

başlıklı kodları kullanacağım. Bunlar çoğalabilir.

Ama işte demek istediğim bu başlıkların sırasıyla açılacak olmaması. Örneğin, hikaye üzerinde çalışırken aklıma gelen bir karakter olabilir. Ya da karakter çalışırken aklıma bir diyalog gelebilir. Hikayenin başıyla uğraşırken sonuyla ilgili bir fikir gelebilir.

İşte tüm bu karışık ve bağımsız notlar yaratıcı sürecin geleneklerine uygun bir düzlemde zihnimde yavaş yavaş birleşmeye başlayacak. Hepsi sıraya oturacak. O yüzden bu süreç çok dağınık bir süreç olacak. Siz sadece benim zihnimin döktüğü notları göreceksiniz ve yavaş yavaş bu notların zamanla bir hikayeye, diziye dönüşmesini.

Fakat size kötü haberim var.

Bu işin sonuçlanması takribi 12 ayı bulacak. Nedenini sormayın...

KOMPLO - TÜR

Komplo....

Projemle alakalı yazılar, KOMPLO kodu ile yayınlanacaktır.

Projemin ismi şimdilik komplo...

Hikaye açıldığında, taşlar yavaş yavaş gediklerini bulduğunda isim bulma çalışmalarına başlayacağım.

Ama önce ön hazırlık aşaması....

Ve ön hazırlığın ilk aşaması olan TÜR mevzusu...

Bir proje yapılacaksa önce bunun bir türü olması gerekir.

Ve benim aşık olduğum tür olan AKSİYON...

Çok klasik bulunabilir ama her şey bunu işlemeye bağlı...

Benim aksiyon anlayışım, ellerine makineli tüfekleri almış figüranların her bölüm kütük gibi yere yığılması değil. Malesef Türkiye bunu bilmiyor. Aksiyon=silahlı çatışma önermesine Holivud'daki stüdyo ışıkları bile güler. Gülme yetenekleri olmadığı halde.

Benim aksiyon anlayışım, hikayenin sürükleyici olması, sürekli bir koşuşturmanın, bir telaşın olması, karakterlerin zamanla yarışması, gerektiği yerde silahlı çatışma kullanılması (dozunda) araba kovalamacaları, hedefe ulaşmak için fıttıran karakterler, olay örgüsünün üst üste binmesi,s sürekli çıkan aksilikler, engeller, yalanlar dolanlar vs. vs.

Aksiyonun yanında diğer bir aşık olduğum unsur ise MYSTERY... Yani gizem...

Soru işaretleri ile dolu bir hikaye..."Ee, şimdi nolacak? Bu adam kim şimdi? O adam onu niye yaptı? Bu olayın sonu ne olacak? Bu adamın, diğer adamın yanında ne işi var? Bu adamın planı ne?" gibi sorular... Karakterlerin ne zaman ne yapacağının kestirilememesi, olay örgüsünün gizem yaratarak ilerlemesi, izleyiciyi merakte bırakacak bölüm finalleri, kimsenin tahmin edemeyeceği kararlar, olayın nereye gideceğinin, nasıl son bulacağının belli olmaması vs. vs.

Ancak ve ancak...

Bütün bunlar yapılırken gerçekçilik akımının tesiri büyük olacak. Tamam, neticede bu bir sinema unsurudur, insanları gerçek hayattan uzaklaştırması gereken bir sanattır ama en büyük aksiyon ve gizem kaynağı da hayatın kendisidir. En basitinden, bir silahlı çatışma aksiyon kaynağıdır. Ne var ki, bu çatışma sonrası karakterlerin polis tarafından kovalanması, zorda kalmaları, çıkışlarının olmaması çatışmadan daha büyük aksiyon içerir. İşte gerçekçilik dediğimiz şey budur. İstanbulun göbeğinde c-4'ler, MP5'ler bülbül gibi şakıyacak ama bir tane polis gelmeyecek! Neredeyse namümkün. Biz köyde torpil patlatınca jandarma damlıyordu 5 dk içinde be.

Şaka bi yana...

En nihayetinde, KOMPLO projesi, alışılagelmiş aksiyon klişelerini yıkan bir aksiyon ve izleyenleri çıldırtacak kadar gizem türünü kullanacaktır.

Haydi bismillah...

UYARILAR - ÖNLEMLER

Öncelikle şunu söyliyeyim:

Burada yayınlayacağım fikirler ile alakalı sadece yorum göndermenizi tavsiye ediyorum. Yani herhangi bir şekilde fikir tavsiyesine ya da fikir alışverişine sıcak bakmamaktayım.

Nedeni ise açık ve net...

Çünkü bu tarz tavsiyeler faydalıdır ancak şu aşamada yazarın şevkini kırabilir. Ben sadece kafamdaki hikayeyi kurcalamak istiyorum. Zihnimi ortaya döküp kendimi denemek niyetindeyim. Bu konuda yardımcı olabilirsiniz ancak.

Ama mantıksız görülen yerler ile alakalı elbette yorum yapabilirsiniz. Fakat bu yorumları dikkate alıp almamak maalesef benim elimde. Eğer düşündüğüm başka şeyler varsa dikkate alamam, yoksa her yorumunuz başım gözüm üstüne...

Bir de lütfen onur kırıcı, şevk biçici şeyler yazmayın. İki gram aklım var, o da elimden uşup gitmesin...

İlginize şimdiden teşekkürler...

(Bu arada bu yazıları kim okuyacak çok merak ediyorum. Sanki günde 50000 kere tıklanan bi blogmuş gibi yazdım ama... Neyse... Okuyan çıkar elbet :)

23 Mayıs 2009 Cumartesi

NE YAPMAK İSTİYORUM?

Şunu yapmak istiyorum :

Türk televizyonlarında yeni dönem başlatacak bir patlama...

Bu öyle bir patlama ki, bildiğiniz BİG BANG...

Hani evren patladı ve bu patlamanın sonucunda yıldızlar oluştu, etrafa saçıldı ya...

Hani Asmalı Konak'tan sonra, konak dizileri ; Kurtlar Vadisi'nden sonra mafya ve derin devlet dizileri patladı ya...

Aynen öyle...

Bu dizilerin üzerinden 6 sene geçti ve artık bu dizilerin çakmaları üzerindeki rağbet yavaş yavaş azalmaya başladı. O yüzden televiyonun yeni bir oksijen kümesine ihtiyacı var. Kanımca bu yeni oksijen kümesi bir 6 sene kadar yürürlükte kalacaktır.

İşte ben böyle bir şey hayal ediyorum...

Tarz yaratmak...

Gelenekçi anlayışın üzerine yenilikçi dozerinin kepçesiyle vurmak... Yerle bir etmek...

Ben inanıyorum...

O-la-cak...

***

Ben bir KOMPLO hikayesi anlatmak istiyorum. Bir ya da iki insanın üzerine kurulan çok büyük bir komlonun adım adım ortaya çıkması...

Neden komplo hikayesi?

Çünkü komplolar çok dikkatimi çekiyor.

En başta her türlüsü içinde sağlam senaryo unsurları barındırıyor. Olaylar karşısında pasif kalmış, ezilmiş bir karakter, komloyu kuran yüksek zekalı kötü adamlar, komployu ortaya çıkarmak için uğraşan, baş kaldıran karakterler...

Bu dediklerimin üzerine birer örnek koyun çok rahat bir dizi hikayesi oluşturabilirsiniz...

Ama en önemlisi...

MYSTERY...

Gizem...

Ben şunu istiyorum:

İnsanlar deli gibi meraklansınlar, soru sorsunlar, cevapları arasınlar, her hafta, her bölüm şok olsunlar, bir daha ki bölümü iple çeksinler, hikayenin ayrıntıcılığına ve büyüklüğüne şaşsınlar, küfür etsinler, tartışsınlar, gazetelerde haberler yayınlasınlar, uçsunlar, kaçsınlar...

Neden?

Bütün bu saydıklarım, izleyicinin izleme motivasyonunu arttıran sebepler. Bir hikayenin çekici yönleri...

Duyarsızlaşma olsun kesinlikle istemiyorum.

Yasaklar ve gizli olan şeyler her zaman daha büyüleyicidir. Ortada bir kutu varsa içinde ne olduğunu mutlaka merak ederiz. Ama kutu önümüze açık geldiğinde duyarsızlaşırız. Merak söner ve kutunun evrende yer kaplamasının hiç bir anlamı kalmaz.

İşte ben de herkesi bir odaya toplayacağım ve ortaya kocaman bir kutu koyacağım. Hem de hediye paketli. Önce kutunun içindekilerin ne kadar mükemmel şeyler olduğundan bahsedip duracağım. Merak artacak. Sonra kutunun muhtelif yerlerinden küçük delikler açacağım. Herkes, deliklerden bakmak için kutunun etrafına toplanacak ve içeriye bakmak için birbirini ezecek. Kutu açıldığında da büyük bir rahatlama ve tamamlanmışlık duygusuyla evli evine köylü köylü köyüne gidecek...

Ve sonra...

O odadan çıkan herkes kendine bir kutu bulup aynı taktiği denemeye başlayacak.

Benim yapmak istediğim şey işte bu...

BAŞLANGIÇ

Evet...

Uzun zaman oldu sevgili blog...

2009'un ilk yazısı...

Daha da kötüsü Mayıs ayının sonu...

Yazıcı adayı olan birinin 6 ay boyunca tek bir harf yaz(a)maması...

Ne acı verici bir şey...

Ama zaman kötü...

Şu an KPSS çalışıyorum.

İnanır mısınız, kitap bile okuyamıyorum. Okuduğum her satırda çalışmadığım konular, çözmediğim sorular ruhumu kanatıyor. Kitap elimden düşüveriyor. Ya da kitapla beraber uyuyakalıyorum. Türk Milli Eğitim Sistemi'nin entelektüel bünyeye attığı kazıklar bunlar... Ya da bu işin arkasında da Amerika olmasın sakın. Düşünsenize... Tam bir KOMPLO TEORİSİ...

Amerika, Türkiye'nin kitap okuyup kendini geliştirmemesi için sürekli sınav yapıyor.

Tam bir film konusu...

KOMPLO demişken...

2-3 aydır zihnimi kemiren bir KOMPLO hikayesi var.

Artık umut yelkenlerimi suya indirdim...

Sektörden hayır geleceği yok, bizim de sektöre girmemize olanak yok...

Hocam Gezgin'i çok ama çok kıskanıyorum. Müspet kıskançlık...

O yüzden ben de dizimi burada yazmaya karar verdim, alenen, çırılçıplak...

Her türlü riski göze alarak, Tarık Bin Ziyad havasında bütün transatlantikleri yakarak.

(Fikirleri çalmak isteyenlere kapım sonuna kadar açık. İçi elverenler fikirleri rahatlıkla çalabilirler. Ondan sonra da rahat rahat ortalıkta senarist edasıyla koşup oynamakta serbestler. Tıpkı Gezgin'in dediği gibi : "Demek ki ben çalınabilecek kalitede fikirler üretiyorum")

Herkes bir dizi nasıl yazılır görecek...

(Yukarıdaki cümle meydan okuma amaçlı bir art niyet gütmemektedir. Yanlış anlaşılmalara mahal vermeyelim. Sonra çemkirmeyin yüzüme)

Bahsettiğim komplo hikayesinin her adımını burada paylaşacağım. Ancak Gezgin gibi, bilgi vererek, pratiğin içine kuramsalı yedirerek değil. Sadece günlük hayatta kullandığım post it notlarını buraya geçireceğim.

Gezgin'in çalışmasıyla tek benzer yönü olacak: Yaratıcılığın nasıl bir düzende ve düzlemde işlediği... Bazen bir fikir üretip 2-3 hafta yatıcam. Kafamda olgunlaşmasını bekleyeceğim.

Yani burası artık bir senarist çalışma odası...

Ve sizi bu büyülü odaya davet ediyorum...

Anahtar kapının üstünde...